21 Şubat 2009 Cumartesi

Absürd Tiyatro

Absürd tiyatro tanımı oldum olası sinirimi bozmuştur. “Absürd” tanımı neye göre yapılıyor tam anlayamıyorum. Anlamlandıramadığın şeyi adlandır; o kadar! Tamam, absürdizm’den geliyor ama absürd diye adlandırılan bütün oyunların felsefi altyapısı absürdizmdir diye bir şey yok ki. “Absürd” sözlükte, gülünç, aptal, saçma, makul olmayan olarak tanımlanıyor. Absürdizm ise herhangi bir yaratıcı olmadığından insanlığın evrende bir anlam bulmasına yönelik uğraşlarının boşa bir çaba olduğunu ve eninde sonunda bu anlam uğraşının başarısız olacağını söyleyen felsefi düşünce akımı olarak tanımlanıyor. Şimdi Beckett’in ya da Ionesco’nun ya da Edward Albee’nin ya da Jean Genet’nin veya Harold Pinter’ın yazdıklarını absürdizm felsefesinden türetilme bir kelimeye/tanıma sığdırmak hak mı biri bana söylesin?


Terimi ilk defa eleştirmen Martin Esslin Absürd Tiyatro kitabında kullanmış. Ve o günden beri de Beckett tiyatrosu absürd diye tanımlanır. Belki de çoğu insan bu absürd’ün absürdizmden geldiğini bilmez ve gülünç ve aptalca şeyler okuma beklentisine girer. Şimdi Martin Esslin bir kafa karışıklığı yaratmış olmuyor mu? Beckett’in hoşuna gitmiş mi mesela bu terim? Bilmiyorum. Özellikle Beckett’ten bahsediyorum çünkü hem Esslin Beckett’i absürd’ün önde gelen yazarı olarak tanımlıyor hem de ben Beckett’i çok seviyorum. Beckett’in yazdıklarında hayatın anlamsızlığına dair bir sürü ipucu vardır evet; ama bir o kadar da mizahi öğe vardır. Bir o kadar da anlam bulma isteği vardır. Üstelik bence bu Samuel Beckett’in kendi hayatında da var olan bir şeydir. Eleştirmenler Beckett oyunlarında mutlaka küçücük bir umut olduğundan bahsederler. O umut Beckett’in kendi hayatında oluşturduğu yaşamın bir yansıması olabilir mi? Hiçbir zaman mütevazilikten vazgeçmemiş, hayatının büyük bölümünü tek bir kadınla ve evli olarak geçirmiş, geleneksel sayılabilecek bir yaşam stili olan, edebi şöhreti ve Nobel Edebiyat Ödülünü hiçe saymış ve hayatının sonuna kadar yazmış bir adamdan bahsediyoruz. Bütün bunlar Beckett’in hayatında bir anlam oluşturmamış mıdır? Bilinmez. Ama şu kesin ki, anlamsızlığı yazarken edebiyatın birçok türünde yeni anlam ve biçimler aramıştır tüm yazarlık hayatı boyunca. Yazma eyleminin sınırına gelmiştir ünlü üçlemesiyle. Acaba Nasıl’da kendi aradan çekilmiş, yazı kendi kendini yazmıştır. Tiyatroda yenilikler denemiştir. Sözsüz oyunlar yapmıştır. Sahnede alışılmamış olanı sokmuştur insanların gözünün içine. Söz sanatlarından, sofistike cümlelerden arınmış yalın bir dil kullanmak için anadilinde yazmamıştır. Bir kere Beckett, çoğu insanın bildiğinin aksine, yalnızca bir oyun yazarı değil; bütünüyle bir yazardır. Yaşamın saçmalığından çok, yaşıyor olmanın verdiği rahatsızlık durumunu anlatıyor gibi gelir bana. Bu da Becekett’i Kierkegaard’ın absürdizmine değil Heidegger’e daha çok yakınlaştırır sanki..


Kategorizasyon oldum olası sakıncalıdır zaten. Hele de bu kadar farklı biçimlerde ve şartlarda yazan kişilerin hepsinin yapıtlarını – başlarına tencere kapağı geçirir gibi – absürd olarak tanımlamak pek adil gelmiyor bana. Beckett başlı başına bir okuldur – tüm iyi yazarlar gibi. Onun yazdıklarını başkalarınınkine benzetmek, uyarlamak yazarın otonom değerini azaltıyor. Ama bu tanımları, analiz ve kategorizasyonları akdemide de, eleştiride de, hayatta da her gün yapmamız öğretiliyor bize.


Selvin Yaltır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder